top of page

kahve

iki sohbet aralığı

Kaldi o sabah gözlerini açtığında dünyanın petrolden sonra en çok ticareti yapılacak olan ikinci ürünüyle tanışacağını bilir miydi, bilinmez. Güneşin Etiyopya’nın bereketli yeşil dağlardan doğduğu, rüzgârın keçilerin sakallarını yalayarak Kaldi’nin belki uzun belki kıvırcık saçlarından geçtiği bir gündü. Bu bereketli Etiyopya topraklarının çalışkan bir çobanıydı Kaldi. “Kaffa” bölgesinde yıllardır çobanlık yapardı. Ama o gün, keçilerini araziye saldıktan bir müddet sonra hayvanlarında farklı bir enerji sezinledi. Bacaklarında ayrı bir zıplama isteği, vücutlarını saran yünlerinde farklı bir parlaklık vardı. Mümkün olsa ön ayaklarına aldıkları otları rüzgâra doğru fırlatarak en güzel keçi şarkılarını söyleyeceklerdi. Bu hayvanlar mutluydu.

Kaldi dikkatli bir şekilde bakınca keçilerinin bir ağacın meyvesini yediğini fark etti. Ağacın meyvesinden heybesine toplayıp bölgelerindeki keşişlere heyecanla götürdü. Keşişler meyvelerin tadına bakınca, brokoli çorbası içmiş çocuklar gibi püskürttüler ağızlarındaki sert meyve çekirdeklerini. İnsanlığın kodlarından gelen sevmediği şeyi yok etme isteğiyle hareket ettiler sanırım, zira meyve çekirdeklerini bir hışım yanlarında yanan odun ateşine fırlattılar. Ateşte kavrulan çekirdeklerden mis gibi bir koku yayıldı etrafa. Yine bu dünyanın cilvesi olan, kötülüğün ardındaki iyilik çıkmıştı sahneye. Ne kadar yok etmek istersen iste, iyiliği yakamazdın. Şekil değiştirip dönüşerek burun deliklerinden girmeyi başarmıştı işte. Bir de böyle şans verip sıcak suyun içerisinde demleyerek tükettiler bu sert çekirdekleri. Sonuç mükemmeldi, artık keşişler de mutluydu.

Etiyopya’nın “Kaffa” ismindeki bölgesinden ismini alan kahvenin yolculuğu Kaldi ve keçileri sayesinde başlamış oldu. 11. Yüzyılda anavatanı Etiyopya’dan Arabistan topraklarına, 16. Yüzyılda ise Osmanlı topraklarına taşındı kahvenin enfes kokusu. İstanbul takvimlerinin 1554 senesini gösterdiği bir günde, Halepli ve Şamlı iki arkadaşın Tahtakale’de ilk kahvehaneyi açmasıyla bu kadim şehrin sokaklarında kahvenin enfes kokusu hızla yayılmaya başladı. İstanbul kendisine çok yakın bir arkadaş bulmuştu. İstanbul’a yolu düşen Venedikli tacirler ise kahvenin Avrupa’ya açılan kapısı oldu. Artık Avruplalılar da mutluydu.

Kökboyasıgiller familyasından sıcak bir iklim ağacına, bu ağacın meyvesine, bu meyve çekirdeklerinin kavrulup öğütülmesiyle elde edilen toz hâlindeki maddeye, bu maddeden sıcak ya da soğuk yapılan içeceğe, bu içeceğin tüketildiği mekâna…Tüm bu kavramların ortak adı olarak kullanılıyor; “Kahve” Kendisiyle alakalı her şeyi kapsayan bir anlam yüklenmiş kahveye. Hatta “kahvaltı” kelimesinin kahve altı’ndan geldiği ve sabahleyin kahve içmeden önce yenen yemek anlamını taşıdığı bilinir. Öğünlerimiz arasında en keyifli olan kahvaltının dâhi kahve vaktine göre tayin edilmesi bu içeceğin yemeklerimizi taçlandırdığının ufak bir göstergesi sanırım. Ya da “kahverengi bir renkse, kahve ne renk?” sorusuyla çocuk akıllarımızın belki de karşılaştığı ilk paradoksunu, yine kendini sadece kendiyle açıklayan kahveye borçluyuz.

Pekâla neden içeriz biz kahveyi? Mutlu mu oluruz? Fiziksel olarak bir enerji sağladığı kanıtlanmış ve bu enerjinin insan bedenine mutluluk olarak yansıdığı da bilinir. Yani evet, mutlu oluruz. Salt mutluluk yeterli mi? Neyin yeterli neyin yetersiz olduğunu en noksan hâlimle söylemem imkânsız elbet. Ancak kahvenin mutlu edebilmesi için yanında lokum ya da çikolatadan önce var olması gereken bir şey olduğuna gönülden inanıyorum; muhabbet. Kahve, karşımızda sevdiğimizle, anne-babamızla, arkadaşlarımızla, evladımızla, yaratıcımızla, evrenle, bazen de kendimizle ettiğimiz muhabbetin en güzel eşlikçisidir. İki sohbet aralığıdır kahve. “Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül muhabbet ister kahve bahane.” Bahanelerimiz çok, muhabbetimiz daim olsun.

 

Kahve yanı bahaneleri:

*Belgesel: “Göz Açıp Kapayıncaya Kadar” / Bir Kahve Belgeseli

                    “Bir Aş Hikâyesi / Kahve”

*Şiir: Bugün Hava Güzel / Cahit Sıtkı Tarancı

*Şarkı: Sara Qedimavo / Küsüb Getdi

*Kitap: Tek Yalnız Ben Değilim / Jean Louis Fournier

bottom of page